20 Mart 2014 Perşembe

     LED TV arka aydınlatmasında LED teknolojisinin kullanıldığı düz panel ekranlarındaki uygulanan görüntüleme teknolojisidir. LED TV, Light Emitting Dioedes -LEDs-olarak da ifade edilmektedir. Aynı zamanda LED televizyonlar için Led arkadan aydınlatmalı LCD  (Liquid Crystal Display) televizyonlar da denilmektedir. Plazma ve OLED ekranlarından farklı olarak LED televizyonlarının ışık kaynağı kendine özgü olarak tasarlanmıştır.

      LED TV lerin enerji tüketimi diğer ekran türlerine oranla daha düşüktür. LCD Ekranlarda 1: 10.000 ile 1: 50.000 lümens arasında kontrast oluşurken, LED TV lerin ekranları 1:2.000.000 ile 1: 5.000.000 arasında kontrast elde edilebilmektedir.

     LED ekranlarının en büyük farkı ise siyah rengin geleceği bölgedeki ledin kapatılarak ekranda daha fazla siyah elde edilmesidir. Bu sayede çok yüksek kontrast oranı yakalanabilir.

      Yandan aydınlatmalı LED ekranlar daha incedir.


LCD Tv ile LED Tv Arasındaki Farklar


4 Mart 2014 Salı

MİLADÎ TAKVİM

    Hz. İsa'nın doğumunu tarih başlangıcı ve dünyanın güneş etrafındaki dönüş süresi olan 365 gün 6 saatlik zamanı yıl olarak kabul eden takvim.
Dönencel yıl müddeti 365, 2425 gün üzerine kurulmuş olan bu takvimde, bir yıl uygulamada yaklaşık 365 gün 6 saat alınmak suretiyte, kalan 6 saatlik fark her dört yılda bir 24 saate çevrilerek bu bir günlük süre, normal şartlarda yirmi sekiz gün süren Şubat ayına ilâve edilmiş ve böylece her dört yılda bir Şubat ayının yirmi dokuz gün sürdüğü kabul edilmiştir. Bu tür yıllara da "fazlalık yıl" veya "artık yıl" ismi verilmiştir.
    Milâdi takvimin ilk şekli olan Jülyen takvimi, M.Ö. 46 yılında Roma'nın kuruluşunun 708. yıldönümünde, İskenderiyede yaşayan astronomi bilgini Sosigenes'in tavsiyesi üzerine Roma İmparatoru Julies Cesar tarafından yapılmıştır. Julies Cesar tarafından gerçekleştirilen bu takvim reformu sırasında Roma'da günlerin sayılması konusunda düzensizlik görülmüş; buna da rahip ve papazların bazı çıkar hesapları yüzünden tarihleri istedikleri şekilde değiştirmeleri sebep olmuştur. Bu düzensizliğin giderilmesi amacıyla Julies Cesar yılbaşı gününü 1 Mart'tan 1 Ocak tarihine çevirmiş, yıl bir defaya mahsus olmak üzere 445 gün'e çıkarılarak düzensizlik ortadan kaldırılmıştır. Böylece M.Ö. 46 yılının 1 Ocağında Jülyen takvimi yürürlüğe girmiş olmasına rağmen uygulama çözüm getirmemiştir.
    Dört yılda bir gün eklemekle takvim yine kesin bir şekilde düzeltilmiş olmuyor, bu hesaplamaya göre arada yine 1000 yılda 7,5 günlük bir fark kalıyordu. Bir yılda 0,007784 yıllık fark, başlangıçta önemsiz gibi görünüyorsa da zaman geçtikçe fazlalaşacağından, ban yanlışlıkların ortaya çıkmasına sebep olabilirdi. Gerçekten de, bu takvimin,1500 yıl kullanıldıktan sonra, güneş yılından 10 gün geri kaldığı anlaşılmıştır. Tarih, 21 Mart olması gerekirken eldeki takvimde 11 Mart görfinmekteydi.
Papa XIII. Gregorius'un 1582 yılında Jülyen takviminde görülen düzensizliğin giderilmesi amacıyla yaptığı çalışmalar sonunda toplanan Ruhâni meclis, her dört yüz yılda üç artık yılın atılarak bu farkın giderilmesini sağladı. Buna göre dörtyüzün katları olan bin altıyüz, ikibin, ikibin dört yüz yılları artık yıl olarak düşünülemez. Bu da Greğorius takvimi reformunun son özelliğini meydana getirir. Yine bu takvim çerçevesinde MS. 325 yılında takvimin başlıca kurallarını belirleyen İznik Konsülü, Güneş Çevriminin esas alınarak mevsimlerin güneş çevrimine yerleştirilmesine karar vermiştir. İznik Konsülünün toplanmasından, 1582 yılına kadar ki fark olan 1257 yılda bu farkın on güne ulaştığı anlaşılmış, o günkü takvim gününe on gün eklenmiştir. Böylece Roma'da 4 Ekim 1582 Perşembe gününü doğrudan doğruya IS Ekim Cuma gününe bağlama kararı alınmıştır. Bu sayede hafta içinde günlerin sırası da değişmemiş oluyordu. İşte bu değişme ve toplantıyı (İznik Konsülü) düzenleyen Papanın ismine atfen, bu takvime Gregorien (milâdî) Takvimi denir. Gregorien Takvimi Fransa'da 1582 yılında kabul edilerek, 9 Aralık 1582'den hemen 20 Aralığa geçilmiştir. İngiltere 1752 yılının 3 Eylül günü kabul ettiği bu takvimle doğrudan 14 Eylül gününe geçmiştir.
Gregorien takviminde yılbaşının 1 Ocak tarihi olarak kabul edilmesi 1752 yılında gerçekleşti. O tarihe kadar 24 Aralık ile 1 Ocak tarihlere çiftyıl adı verilmekteydi.
On iki aydan oluşan miladi yılın aylarının isimleri ve bu ayların süreleri şöyledir: Ocak 31; Şubat 28, 29; Mart 31; Nisan 30; Mayıs 31; Haziran 30; Temmuz 31; Ağustos 31; Eylül 30; Ekim 31; Kasım 30; Aralık 31. Ayrıca her yıl ilkbahar, yaz, sonbahar, kış olmak üzere dört mevsime ayrılmıştır. Yıl, her biri kavuşum ayının dörtte birine tekabül eden elli iki haftaya bölünmüştür.
Milâdî yılı Hicrî yıla çevirmek için önce eldeki milâdî tarihten 622sayısı çıkarılır; kalan sayı 33'e bölünür; bölüm, kalan sayıya eklenir: Hicri yıl = (Milâdi yıl-622) x 31 Bir hicri yılı milâdi yıla çevirmek için ise şu formül uygulanır:
Miladi yılı = Hicri yılı x 33 + 622
Her ne kadar miladi takvim Hz. İsa'nın doğum gününü 1 Ocak (başlangıç) olarak kabul ediyorsa da bunun kesin olmadığı bilinmektedir.
Türkiye'de Miladi Takvimi İlk olarak Osmanlı devletinde İttihat ve Terakki partisi zamanında Takvim-i Garbi ismiyle 1917'de yürürlüğe konan Hıristiyan takvimi, Cumhuriyetin kurulmasıyla gerçekleştirilen köklü devrimler sırasında resmen kabul edilmiştir. 26 Aralık 1925 tarih ve 698 sayılı "Takvimde Tarih Mebdeinin Tebdili" hakkındaki kanunla, Hicri 1342 Ocak ayının ilk günü 1 Ocak 1926 olarak değiştirilmiş ve bu tarihten itibaren yeni takvim yürürlüğe girmiştir. T.B.M.M. tutanaklarında kanun şu şekilde resmilik kazanmıştır:
Kanun No: 698. Kabul tarihi: 26.12.1925. Madde 1. Türkiye Cumhuriyeti dahilinde resmi devlet takviminde tarih başlangıcı olarak uluslararası takvim (milâdî Gregorien) başlangıç kabul edilmiştir.
Madde 2. 1341 senesi Kânûn-i evvelinin otuz birinci gününü takip eden gün,1926 senesi Kânûn-i sânîsinin birinci günüdür.
Madde 3. Hicrî Kamerî takvim öteden beri olduğu üzere özel hallerde kullanılır. Hicrî Kamerî ayların başlangıcını rasathane resmen tesbit eder.
Madde 4. İşbu kanun neşri tarihinde muteberdir.
Madde 5. İşbu kanunun ahkâmını icraya İcra Vekilleri Hey'eti memurdur T.B.M.M. Kanunlar Dergisi, c.1 V, Atatürk İnkılâbı, Kültür Bak. Yay. Ankara 1984, s. 497).
"1927 yılından itibaren Türkiye müslümanları ve hristiyanlar halkı ilk kez ortak bir yıl hesabı kullanmaya başladılar. Aynı şekilde, yine ilk kez, birçok Türk, Avrupa âdetlerine uyarak yılbaşlarında birbirlerine iyi dileklerini ilettiler" (bk. Paul Geııtizon, Mustafa Kemal ve Uyanan Doğıı, çev. Fethi Ülkü, Kültür Bakanlığı yayınları, Ankara 1983. s. 145. Gotthard Jaschke, Yeni Türkiye'de İslamlık, Türkçesi, Hayrullah Örs, Ankara, 1972. s. 29-30).
Cumhuriyet devrimlerinden sadece birisi olan milâdi takvimin kabulüyle Türkiye müslümanlarının bin yıllık islamî geçmişleriyle aralarına engeller konulmuş ve bundan böyle hristiyan Noel baba kültürü halk arasında yaygınlık kazanarak batılılaşma resmî devlet politikası halini almıştır. Hafta tatilleri pazar gününe alınmış,1935 yılında ise Yahudilerin hafta tatilleri olan cumartesi günleri yarım gün tatil edilmiş, 1974 yılında cumartesi tatili tam güne çıkarılmıştır. Ancak Müslümanların tatili olan cuma günleri için aynı durum söz konusu olmamıştır (Geniş bilgi için bk. Noel ve Hicri takvim md.).
Naci YENGIN

miladi takvim başlangıcı nezamandır ? Noeli... paylaşan: huzuradogru
      Feshane, İstanbul Eyüp ilçesinin Defterdar semtinde, 1839 yılında Padişah Abdülmecit’in fermanıyla, Osmanlı ordusunun fes ve aba ihtiyacını karşılamak amacıyla kuruldu. Ülkemizin gerçek anlamda ilk tekstil sanayi kuruluşu olan Feshane, 1851 yılında Belçika’dan getirilerek monte edilen kolonlarla, çelik konstrüksiyon yapının dünyadaki ilk örneklerinden biri oldu. Buharlı dokuma tezgahları da yurtdışından getirilen Feshane, 1866 yılında döneminin en gelişmiş dokuma fabrikası olarak yenilendi.

      Osmanlı ordusu, 19. yüzyıl ortalarına doğru kıyafetlerinde değişikliğe gitti. Bu yeni kıyafetlerin temininde ise Feshane Dokuma Fabrikası’nın rolü büyük oldu. 1893 yılında Chicago'da açılmış olan uluslararası sergide, Feshane fabrikası sergilediği yünlü kumaşlar ve feslerle ödüle layık görüldü. Feshane'de kumaş ve fes dışında özel olarak halı da üretildi. Hatta Çanakkale zaferi dolayısıyla, 1918 yılında Mustafa Kemal’e Talat Paşa tarafından hediye edilen halı Feshane'de üretilmiştir. 1939 yılında, o zamanki adıyla Feshane Mensucat A.Ş kapatılarak, Sümerbank Defterdar Fabrikası oldu. 1953 yılı itibariyle 389 kadın işçinin fabrikada çalışıyor bulunması, Türk toplumunda artık kadınların da iş hayatına girdiğini göstermesi açısından dikkat çekicidir.
     1986 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından Haliç ve çevresini düzenleme projesi kapsamında fabrika boşaltıldı. Konfeksiyon bölümü, Bakırköy sanayi işletmesine taşındı ve fabrika büyük dokuma salonu dışında yıkıldı. 1992 yılında Büyükşehir Belediyesi ve özel bir kuruluşun girişimiyle çağdaş el sanatları müzesine dönüştürülen Feshane, takip eden yıllarda Haliç tarafı cümle kapısı önünün sular altında kalması ve bu suların içerilere kadar girmesi nedeniyle kullanılamaz hale geldi. Ayrıca binanın restorasyonu da tamamlanamadı. Dolayısıyla 1986 yılında fabrikanın boşaltılmasıyla başlayan 12 yıllık süreçte çürümeye yüz tutan Feshane, ancak 1998 yılında, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin yeni bir proje kapsamında restorasyon çalışmalarını başlatmasıyla kurtarılabildi.
Feshane'nin kullanıma engel olan en önemli problemi, cümle kapısı tarafında (Haliç'e bakan cephesi) zeminden gelen Haliç'in suyu ile beslenen, aynı zamanda yağmurların yağmasıyla binanın içine kadar dolan yaklaşık 60 cm yükselen suydu. Zira elektronik ölçüm aletleriyle yapılan çalışma neticesinde görüldü ki; Feshane, Haliç suyu kotundan yıl içerisinde -27 cm daha aşağıda kalıyor. Feshane ile Haliç arasında kalan saha, dolgu olması nedeniyle tamamıyla geçirgendi. Yapılan sondaj etütlerine göre, yaklaşık 900 cm'de geçirimsiz (killi) tabakaya rastlanmıştı.
Bütün bu veriler ve bulgular değerlendirilerek Feshane'nin restorasyonunun yapılabilmesinin, zemindeki Haliç'ten sızan suyun kesilmesine bağlı olduğuna karar verildi. Bunun üzerine darbe ile yapılan geçirimsiz perdeleme sistemlerinden kaçınılarak, jet grout yöntemiyle binanın üç cephesinde zeminin killi tabakasına ulaşılarak, Haliç kodu üzerine kadar geçirimsiz bir perdeleme yapıldı. Bundan sonrasında ise geçirimsiz perde ile Feshane arasında kalan bölgede birikecek suların ve aynı zamanda doğal zemin suyunun tahliyesinin yapılması gerekiyordu. Burada dikkat edilen en önemli nokta ise zemin suyunun Feshane temelinden yaklaşık 70 cmaşağıda sabit tutularak tamamen tahliye olmasına engel olmak ve Feshane binasının oturmasına sebebiyet vermemekti. Bu amaçla İstanbul Teknik Üniversitesi'nin yaptığı araştırma ve hazırladığı projeye göre drenaj sistemi uygulaması yapıldı. Bütün bunların neticesinde bugün itibariyle Feshane'nin önündeki balçık ve sazlığa, zamanla 60 cm’e kadar yükselerek içine dolan suya engel olundu.
Binanın dış cephesinde en önemli bölümü ise cümle kapısıdır. Fakat bu kapı zamanla yıkılmış ve parçalarının tamamına yakını yok olmuştu. Çevredeki düzenlemeler sırasında kapıya ait ancak birkaç küçük parçaya rastlanabildi. Çeşitli proje ve kaynaklardan (onaylı restitüsyon projesi, Önder Küçükerman "Feshane" kitabı, Yıldız Sarayı arşivi kaynakları) yararlanarak bu cümle kapısının mermerleri ve işlemeleri orijinaline uygun yapıldı. Aynı zamanda 30 ton mermerin taşıtıldığı cümle kapısı zemini enjeksiyon yöntemi ile güçlendirilerek, olabilecek oturmalara karşı tedbir alındı.
Tasarım sürecine yapının mevcut bölümleri içerisine yerleştirilecek fonksiyonların araştırmasıyla başlandı. Brüt 8000 m2 kapalı alana sahip olan binada, 7.570,55 m2 net alan kullanılıyor. Bina yalın haliyle farklı m2'lerde 5 ana mekândan oluşuyor. Dolayısıyla öncelik, Feshane'nin restorasyonu ve orijinal yapının yeni işlevi içerisinde sergilenmesi oldu. Mekânların büyüklükleri ve birbirleriyle olan ilişkilerine göre fonksiyonları seçildi. Bu doğrultuda yöntem olarak fonksiyona göre mekân oluşturmak yerine, mekâna göre fonksiyon arayışı tasarımı yönlendirdi.
Feshane, toplamda 56.000 metrekare alan üzerine kurulu. İstanbul Haliç kıyısında uluslararası her türlü fuar, organizasyon, toplantı, seminer, konser, gala, davet, sergi ve kültür etkinliklerin yapıldığı bir mekân. Yeşil alanlarla desteklenmiş tarihi yapısıyla Haliç'e ayrı bir renk katıyor. Feshane'nin Haliç'e açılan, kendine özel bir iskelesi de bulunuyor.


Tarihi Eyüp belgeseli paylaşan: sukruyapici

    Kasımpaşa Hasköy’de yer alan kasrın, ne zaman yapıldığı tam olarak bilinmemekle birlikte; Evliya Çelebi’ye göre Fatih Dönemi’nde, bir başka kaynakta ise 1613 yılında Kaptan-ı Derya Halil Paşa tarafından yaptırılmıştır.
    Aynalıkavak ismi bahçesindeki kavak ağaçlarından ve Pasarofça Antlaşmasıyla Mora’yı Türklere bırakan Venediklilerin antlaşma sonrası Osmanlı Padişah’ı III. Ahmet’e hediye ettikleri aynalardan gelmektedir. Yapı eğimli bir arazide inşa edilmiş ve bahçesi çeşitli ağaçlarla süslenmiştir. Giriş mekânına bir verandadan girilip, oradan da geniş bir salona geçiliyor. Salonun üç tarafında ipek döşemeli divanlar, duvarlarında ise mavi zemin üzerine altın yaldızlarla yazılmış III. Selim’e ait bir şiir yer alır. Salon üç yönde bahçeye bakan hatlarla bezenmiş pencerelere sahip ve üzeri kubbeyle örülü bir arz odası görünümündedir.
   19 yy. başlarında mekân has bahçe olarak da anılmıştır. Yapı II. Mahmut tarafından Kirkor Balyan’a restore edilmiş; günümüzdeki şeklini ise, III. Selim zamanında almıştır.
Aynalıkavak Kasrı, Lale Devrinde birçok eğlenceye ve I. Abdülhamit tarafından 9 Ocak 1784 tarihinde Osmanlı Devleti ile Rusya arasında imzalanan Aynalıkavak Antlaşmasına ev sahipliği de yapmıştır.
Günümüzde kasrın alt katında Türk Müziği aletlerinin sergilendiği ve bazen sanat musikisi konserlerinin düzenlendiği bir araştırma merkezi ve müze bulunmaktadır.

Aynalıkavak Kasrı 3d Görüntüleri

Sultan Abdülaziz tarafından Sarkis Balyan’a yaptırılan Çırağan Sarayı’nın yerinde, daha önceleri III. Selim’in 1800 yılların başında inşa ettirdiği, ahşap bir sahil köşkü vardı. Bu köşk yıkılarak; yerine meşhur Çırağan Sarayı yaptırılmış. Ayrıca; Çırağan Sarayı yapımı için Beşiktaş Mevlevihanesi de yıktırılmıştır. Saray mermerden olup, toplam mekân 80 bin metrekare kadar yüz ölçümüne yayılır.
Saray’ın Ana binasının yanında, harem ve ağalar dairesi olarak üç bölüm vardır. Abdülaziz tahtan indirildikten bir süre sonra ailesi ile birlikte Saray’a hapsedilmiş ve bir sabah sarayda esrarengiz bir şekilde ölü bulunmuştur. V. Murat da tahtan indirildikten sonra ailesi ile birlikte 29 sene burada gözaltında tutulur.  1908 yılında II. Meşrutiyet’in ilanından sonra Meclis Binası olarak da kullanılan saray, Ocak 1910 yılında elektrik kontağından çıkan yangın sonucu kül olmuştur. Kül olduktan sonra, Çırağan Sarayı’nın duvarları arasında kalan boş arsa, Beşiktaş Kulübü’ne tahsis edilmiş ve Beşiktaş’ın Şeref Stadı olarak kullanılmıştır. 1990’lı yıllara doğru, tekrardan restore edilen saray, bugün lüks bir otel olarak kullanılmaktadır.

3 Boyutlu Görüntüleri


Subscribe to RSS Feed Follow me on Twitter!