Peygamberlere iman, insanlara doğru yolu göstermek için, Allah tarafından seçkin kimselerin gönderildiğine, bu kimselerin Allah'tan getirdiği bütün bilgilerin gerçek ve doğru olduğuna inanmak demektir. Yüce Allah her Müslüman'a aralarında herhangi bir ayrım yapmadan bütün peygamberlere inanmayı emretmiştir. "Peygamber kendisine Rabbi tarafından indirilene iman etti, müminler de. Her biri Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler. Allah'ın peygamberlerinden hiçbiri arasında ayrım yapmayız..." dediler. (Bakara Suresi, 285. ayet) Bu sebeple peygamberlerin bir kısmına inanıp, diğerlerini tasdik etmemek küfür sayılmıştır: "Allah'ı ve peygamberlerini inkar edenler ve Allah ile peygamberlerini ayırmak isteyip bir kısmına iman ederiz ama bir kısmına inanmayız diyenler ve bunlar arasında bir yol tutmak isteyenler yok mu ? İşte gerçekten kafirler bunlardır..." (Nisa Suresi, 150-151. ayetler) ayeti bu durumu ifade eder... Din Bilgileri
30 Kasım 2013 Cumartesi
29 Kasım 2013 Cuma
15:06
Yorum Yapılmamış
Beyaz zemin üzerine iç içe geçmiş beş ayrı
renkteki beş halkadan oluşmaktadır. Bayrağın üzerinde bulunan beş halka,
dünyanın beş kıtasını temsil etmesi amacıyla oluşturulmuştur. İnsanları dostluk
ve sevgi bağları ile birbirine bağlamayı simgeleyen bayrağın üç halkası üstte,
iki halkası alttadır. Üstteki üç halka soldan sağa doğru mavi, siyah ve
kırmızıdır. Alttaki halkalar ise soldan sağa sarı ve yeşildir.
1896
Atina, 1900 Paris, 1904 St.Louis, 1908 Londra, 1912
Stokholm, 1916 I. Dünya Savaşı, 1920 Anvers, 1924
Paris, 1928 Amsterdam, 1932 Los Angeles, 1936 Berlin, 1940
/ 1944 II. Dünya Savaşı, 1948 Londra, 1952 Helsinki, 1956 Melbourne, 1960 Roma,
1964 Tokyo, 1968 Mexico City, 1972 Münih, 1976 Montreal, 1980 Moskova, 1984 Los
Angeles, 1988 Seul, 1992 Barcelona, 1996 Atlanta, 2000 Sidney, 2004 Atina, 2008
Pekin, 2012 Londra, 2016 Rio de Janeiro, 2020 Tokyo
14:57
Yorum Yapılmamış
1894 yılında
Paris’te kurulan Uluslararası Olimpiyat Komitesinde Pierre de Coubertin, tıpkı
Antik Yunan'da olduğu gibi ulusları spor aracılığıyla bir araya getirecek,
barış ve kardeşliği sağlayacak olan olimpiyat oyunlarının tekrar başlaması
fikrini ortaya attı. Olimpiyatların tekrar başlaması fikri kabul gördü. Yapılan
hazırlıkların ardından modern olimpiyatlar, olimpiyat oyunlarının ilk doğduğu
yer olan Yunanistan’da 1896 yılında tekrar başladı. Olimpiyat oyunları, antik olimpiyatlarda
olduğu gibi her dört yılda bir yapılmaktadır. Antik olimpiyatlar sadece
Yunanistan’da yapılırken modern olimpiyatlar Uluslararası Olimpiyat Komitesine
başvuran ve Olimpiyat Oyunlarını Düzenleme Komitesince kabul edilen şehirlerde
yapılmaktadır.
14:54
Yorum Yapılmamış
Tarihi
yaklaşık olarak 3000 yıl öncesine dayandığı tahmin edilen antik olimpiyatların
kayıtları, ilk olarak MÖ 776 yılında tutulmaya başlandı. Eski Yunan'da, oyunlar
her dört yılda bir tanrı Zeus onuruna düzenleniyordu. Olimpiyat adı da
oyunların kalbi olan Olimpiya'dan ve bu dört yıllık zaman aralıklarında
gelmektedir. Antik Yunan’da düzenlenen olimpiyat oyunları MS 476’da Roma
İmparatoru Theodosius tarafında yasaklanıncaya kadar 12 yüzyıl boyunca oyunlar devam
etti.
Antik çağlarda devletler bir şehirden meydana
gelmekteydi. Şehir devlet denilen bu devletler için olimpiyatlar büyük önem
taşımaktaydı. Oyunlar süresince sporcuların ve seyircilerin oyunları
seyretmeleri için büyük bir ateşkes ilan edilirdi. Böylece sporcular, farklı
yörelerden oyunların düzenlendiği Olimpiya bölgesine rahatlıkla
gelebiliyorlardı.
28 Kasım 2013 Perşembe
06:15
Yorum Yapılmamış
Hasan Ali YÜCEL 16 Aralık 1897 yılında İstanbul'da dünyaya gelmiştir. Babası ünlü Posta ve Telgraf Nazırı Hasan Ali Efendi’nin oğlu Maliye Nezareti memurlarından Ali Rıza Bey, annesi Ertuğrul gemisi süvarisi deniz yarbayı Tekiroğlu Ali Bey’in kızı Neyyire Hanım’dır (Unat, 1961, 291).
Hasan Ali Yücel, Mevlevi kültürünün, dini kuralların ve geleneklerin etkin olduğu bir sosyal çevrede yetişmiştir.
Yazlık köşke taşındıktan sonra, önce Topkapı Semti’ndeki Taş Mektep’e gider. Daha ilk başta Hasan Ali Yücel sesinin güzelliği ve Kur’an okumasındaki mükemmellik ile öğretmeninin dikkatini çeker. Öğretmeni, Ali Rıza Bey’e bu yetenekli çocuğu hafız yapmasını önerir. Yücel bu okulu hiç sevmez, ders yöntemlerinin çeşitli olduğunu ancak bununla beraber çok katı olduğunu düşünmektedir (Çıkar, 1998, 24).
Hasan Ali Yücel dokuz yaşında iken, 1906 yılında Mekteb-i Osmani’ye gönderilir. Bu okul, Yusufpaşa Semti’nde bulunmaktadır ve oturdukları eve yakındır. Bu okul paralıdır ve ona yenilikler öğrenme imkanı vermiştir. Okula yazılma sırasında yapılan sınavda başarılı olan Yücel, iptidaiyenin ikinci sınıfına alınır. Bu okul çok hoşuna gider (Çıkar, 1998, 25).
Yücel'in çocukluğu İstanbul'da geçtiğinde bir çok sosyal olaylara şahit olmuştur. Hasan Ali Yücel, Mekteb-i Osmani’yi başarıyla bitirmiştir ve idadiler hakkında bilgi edinmeye başlar. Babası Yücel’in öğrenim durumuyla pek fazla ilgilenmemekte ve askeri yatılı okula göndermek istemektedir. Annesi ise, bu durumu reddeder ve Yücel oturdukları semt yakınlarındaki Vefa İdadisi’ne yazdırılır. Bu okula belli sayıda öğrenci alınmıştır ve belli bir ücret alınmanın yanı sıra aynı zamanda giriş sınavı da vardır (Çıkar, 1998, 29).
Vefa İdadisi’nde okurken Balkan bozgununun bütün sıkıntılarına tanık olmuştur. Bozgunu izleyen günlerde İstanbul’a yığılan, yerinden yurdundan edilen aç, sefil insanların dramını paylaşır. Yücel, bu bozgunun, felaketin arkasında yatan gerçeğin, çağdaş anlamda bir eğitim düzeninin kurulmamış olması ve halkın aydınlatılamaması olduğunu düşünmektedir. Đşte bu yüzden ilerde eline fırsat geçtiğinde halkı eğitip
aydınlatmak, çağdaş bir düzeye ulaştırmak için elinden geleni yapacaktır (Arıkan, 1997, 196).
1915 yılı, lise son sınıfta iken Birinci Dünya Savaşı patlak verir ve askere çağırılır. Böylece öğrenimine ara vermek zorunda kalmıştır. Hasan Ali Yücel, Pendik’te yedek subay olarak 18 yaşında askerlik görevine başlamıştır. 1916 yılında önce asteğmenliğe, dört ay sonra da teğmenliğe yükselmiştir. Üç buçuk yıl sonra 2 Aralık 1918’de ordudan terhis olmuştur (Çıkar, 1998, 30-31).
Harp yılları içinde “Nihai Zafer” teranesiyle avunmuş ve Mütareke gerçekleri ile yüz yüze gelmiş, ordudan ilişiği kesilmiş birçok genç gibi Hasan Ali Yücel de bir iş ve meslek sahibi olma ihtiyacı ile baş başa kalmıştır. Darülfünun, liselerin son sınıfından askere alınan gençlere kapılarını açtığı için Yücel hemen Hukuk Fakültesine kaydolur (Unat, 1961, 292).
Hukuk Fakültesi’nde iken hocası Celalettin Arif Bey ile tartışır. Okuldan atılmakla karşı karşıya gelir. Bu cezayı almadan önce okuldan ayrılır. Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’ne kaydolur (Sönmez, 2000, 12). Artık bir Darülmuallimin-i Aliye öğrencisidir.
Bu okul bir yatılı yüksek öğretmen okuludur. Öğrenciler, Đttihat ve Terakki’nin eski toplantı salonunu yatak salonu olarak kullanmaktadır (Çıkar, 1998, 35).
Yücel, gündüzleri derse devam eder, geceleri ise “İfham” gazetesinde muhabir olarak çalışır. Bu sırada İstanbul işgal altındadır. Mustafa Kemal Anadolu’da Ulusal Kurtuluş Hareketi’ni başlatmıştır. İstanbul’da çıkan gazetelerden bir bölümü Ulusal Kurtuluş Hareketi’ni destekler. Bu destek “millicilik” adı altındadır ve İfham gazetesi de bu gazeteler arasındadır (Sönmez, 2000, 12).
Yücel ayrıca devrin mecmuları olan Yeni Mecmua, Dergah, Büyük Mecmua, Düşünce, Milli Mecmua gibi dergilerde şiirlerini ve makalelerini yayımlamaktadır. Askerlik hayatının olgunlaştırdığı Hasan Ali Yücel, bir üniversite öğrencisinden çok devrinin fikir ve kalem sahipleri arasında tanınan ve sivrilen bir şahsiyet olur (Unat, 1961, 292-293).
Yücel ilk şiirlerini ise, bu yıllarda Dergah Dergisi’nde yayınlar. Bu dönemde cephe haberlerinin heyecanla tartışıldığı Đkbal Kıraathanesi’nde Yahya Kemal Beyatlı ve Ahmet Hamdi Tanpınar ile olayları değerlendirirler (Boybeyi, 1998, 152).
1919 yılında yapılan Sultanahmet mitinglerine Hasan Ali Yücel de katılmıştır. Türk Ocaklarında, dil ve tarih konularında araştırmalar yapılmakta, konferanslar düzenlenerek, piyesler hazırlanarak Türkçülük düşünceleri yayılmaya çalışılmaktadır. Hasan Ali Yücel de Türk Ocakları ile ilgili olarak, ocağın içinde dışarıya benzemeyen bir fikir havası yaratıldığından bahseder. Türk Ocağı’nda dil ve tarih konularında
konferanslara, araştırmalara katılır (Çıkar, 1998, 39).
Yücel, yükseksek öğrenimi sırasında felsefenin yanı sıra edebiyat, sanat ve musiki konularına dikkat ve ilgisini yoğunlaştırmıştır. Daha öğrencilik yıllarında basın dünyasını tanıma fırsatını yakalamış ve o yılların önde gelen bilim, düşünce ve sanat adamlarının söyleşilerine katılmıştır. Kültürce zengin, çok yönlü ve renkli bir kişilik
geliştirmesinde bu ortam etkili olmuştur (Oğuzkan, 1993, 5).
Okul yıllarında hiçbir zaman kendini yalnızca edebiyata vermediği görülmektedir. O zamanlar onuncu sınıftan ayrılan fen ve edebiyat şubelerinden, edebiyat merakına ve hocaları tarafından da edebiyat yeteneği kabul edilen bir gerçek olmasına rağmen, Yücel Fen Şubesini seçer. Çünkü Yücel, daha o yaşta bir gerçeği kavramıştır: Müspet ilim kültürü olmaksızın hakiki sanat adamı olmanın da imkanı yoktur (Çağlar, 1937, 6).
Hasan Ali Yücel memleketine, hayalini daha küçük yaşlardan itibaren kurduğu bir meslekte, öğretmenlikte hizmet etmek istiyordu. Fakat o günün okul kadrolarında hemen görev almak imkansızdı. Darülfünun hayatından Yücel’i tanıyan ve kabiliyetlerini takdir eden hocaları, geçici bir süre için onu Edebiyat Fakültesi’nde öğrenci hayatının disiplinini düzenlemekle görevlendirdiler. Yücel bir yıl kadar bu “inzibat memurluğu” ile meşgul olmuştur. Yücel, bu sırada Talimgah karargahından arkadaşı olan Necati Tansel’in, üniversitedeki meşhur Pierre Loti toplantısında tanıştığı kız kardeşi Refika Hanım ile evlenir (Unat, 1961, 293).
Mustafa Kemal Atatürk ülkeyi denetleme gezisinde, müfettiş grubu içinde Hasan Ali YÜCEL de vardır. Mustafa Kemal bu gezide beraberinde götüreceği müşavirler arasına katılmak üzere Milli Eğitim Bakanlığı’ndan da birini ister. 11 Kasım 1930 - 3 Mart 1931 tarihleri arasında üç buçuk ay süren seyahatte Cumhurbaşkanlığı’na refakat edecek ve onu temas edeceği her eğitim konusunda tatmin edecek şekilde cevaplandıracak birini bulmak bakanlığı bir hayli düşündürür. Nihayet bu işle genç bir müfettiş olan Hasan Ali Yücel görevlendirilir (Unat, 1961, 294).
Hasan Ali Yücel, Mevlevi kültürünün, dini kuralların ve geleneklerin etkin olduğu bir sosyal çevrede yetişmiştir.
Hasan Ali Yücel daha dört yaşındayken 1901 yılında Laleli
Semti’ndeki Yolgeçen Mektebi’ne başlar. Mahalle Mektebi’ndeki dersler,
öğrencilerin anlamını bilmedikleri Arapça metinleri ezbere dayanır. Hasan Ali
Yücel bu izlenimleri üzerine şunları yazar;
“Bir taraftan öğretme usulünün iptidailiği, diğer taraftan ne yaptığımızı ne okuduğumuzu hiçbir suretle bilmeyişimiz, küçük yaşta zekamızı ezmek, şuurumuzu karartmak için kafi sebeplerdi” (Çıkar, 1998, 22).Okulunun zeki ve çalışkan bir üyesi olan Yücel’in öğrenim hayatındaki bilgi kaynakları olarak, okul ders takrirleri ve kitaplarının yanında bu iki büyük ve değerli aile dostunun yakın ilgisi de sayılabilir. Bu iki şahsiyetin Hasan Ali Yücel’in fikir yapısında ve Şark kültür değerleriyle temasında büyük rolleri vardır (Unat, 1961, 192).
Yazlık köşke taşındıktan sonra, önce Topkapı Semti’ndeki Taş Mektep’e gider. Daha ilk başta Hasan Ali Yücel sesinin güzelliği ve Kur’an okumasındaki mükemmellik ile öğretmeninin dikkatini çeker. Öğretmeni, Ali Rıza Bey’e bu yetenekli çocuğu hafız yapmasını önerir. Yücel bu okulu hiç sevmez, ders yöntemlerinin çeşitli olduğunu ancak bununla beraber çok katı olduğunu düşünmektedir (Çıkar, 1998, 24).
Hasan Ali Yücel dokuz yaşında iken, 1906 yılında Mekteb-i Osmani’ye gönderilir. Bu okul, Yusufpaşa Semti’nde bulunmaktadır ve oturdukları eve yakındır. Bu okul paralıdır ve ona yenilikler öğrenme imkanı vermiştir. Okula yazılma sırasında yapılan sınavda başarılı olan Yücel, iptidaiyenin ikinci sınıfına alınır. Bu okul çok hoşuna gider (Çıkar, 1998, 25).
Bu okulda sınıflar tahta, haritalar ve sıralarla donatılmıştır. Ayrıca her ders ayrı bir hoca tarafından okutulmaktadır. Hasan Ali Yücel müzik dersinden başka, Coğrafya ve Fransızca derslerine ilgi duymakta ve sevmektedir. Yücel mektebi sevdiğini ve mektebe başladığı gün verilen kitapları daha çok sevdiğini dile getirir. Çoğu ciltli olan bu kitapların içinde yazılar yanında resimler de bulunmakta ve mahalle mektebindeki sarı yapraklı, taş basması kitaplara benzememektedirler (Yücel, 1998a, 107). Yücel 5 yılını bu okulda geçirmiş ve Rüşdiye şahadetnamesini buradan alarak Vefa İdadisi’ne gitmiştir (Yücel, 1998a, 108).
Yücel'in çocukluğu İstanbul'da geçtiğinde bir çok sosyal olaylara şahit olmuştur. Hasan Ali Yücel, Mekteb-i Osmani’yi başarıyla bitirmiştir ve idadiler hakkında bilgi edinmeye başlar. Babası Yücel’in öğrenim durumuyla pek fazla ilgilenmemekte ve askeri yatılı okula göndermek istemektedir. Annesi ise, bu durumu reddeder ve Yücel oturdukları semt yakınlarındaki Vefa İdadisi’ne yazdırılır. Bu okula belli sayıda öğrenci alınmıştır ve belli bir ücret alınmanın yanı sıra aynı zamanda giriş sınavı da vardır (Çıkar, 1998, 29).
Vefa İdadisi’nde okurken Balkan bozgununun bütün sıkıntılarına tanık olmuştur. Bozgunu izleyen günlerde İstanbul’a yığılan, yerinden yurdundan edilen aç, sefil insanların dramını paylaşır. Yücel, bu bozgunun, felaketin arkasında yatan gerçeğin, çağdaş anlamda bir eğitim düzeninin kurulmamış olması ve halkın aydınlatılamaması olduğunu düşünmektedir. Đşte bu yüzden ilerde eline fırsat geçtiğinde halkı eğitip
aydınlatmak, çağdaş bir düzeye ulaştırmak için elinden geleni yapacaktır (Arıkan, 1997, 196).
1915 yılı, lise son sınıfta iken Birinci Dünya Savaşı patlak verir ve askere çağırılır. Böylece öğrenimine ara vermek zorunda kalmıştır. Hasan Ali Yücel, Pendik’te yedek subay olarak 18 yaşında askerlik görevine başlamıştır. 1916 yılında önce asteğmenliğe, dört ay sonra da teğmenliğe yükselmiştir. Üç buçuk yıl sonra 2 Aralık 1918’de ordudan terhis olmuştur (Çıkar, 1998, 30-31).
Harp yılları içinde “Nihai Zafer” teranesiyle avunmuş ve Mütareke gerçekleri ile yüz yüze gelmiş, ordudan ilişiği kesilmiş birçok genç gibi Hasan Ali Yücel de bir iş ve meslek sahibi olma ihtiyacı ile baş başa kalmıştır. Darülfünun, liselerin son sınıfından askere alınan gençlere kapılarını açtığı için Yücel hemen Hukuk Fakültesine kaydolur (Unat, 1961, 292).
Hukuk Fakültesi’nde iken hocası Celalettin Arif Bey ile tartışır. Okuldan atılmakla karşı karşıya gelir. Bu cezayı almadan önce okuldan ayrılır. Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’ne kaydolur (Sönmez, 2000, 12). Artık bir Darülmuallimin-i Aliye öğrencisidir.
Bu okul bir yatılı yüksek öğretmen okuludur. Öğrenciler, Đttihat ve Terakki’nin eski toplantı salonunu yatak salonu olarak kullanmaktadır (Çıkar, 1998, 35).
Yücel ayrıca devrin mecmuları olan Yeni Mecmua, Dergah, Büyük Mecmua, Düşünce, Milli Mecmua gibi dergilerde şiirlerini ve makalelerini yayımlamaktadır. Askerlik hayatının olgunlaştırdığı Hasan Ali Yücel, bir üniversite öğrencisinden çok devrinin fikir ve kalem sahipleri arasında tanınan ve sivrilen bir şahsiyet olur (Unat, 1961, 292-293).
Yücel ilk şiirlerini ise, bu yıllarda Dergah Dergisi’nde yayınlar. Bu dönemde cephe haberlerinin heyecanla tartışıldığı Đkbal Kıraathanesi’nde Yahya Kemal Beyatlı ve Ahmet Hamdi Tanpınar ile olayları değerlendirirler (Boybeyi, 1998, 152).
1919 yılında yapılan Sultanahmet mitinglerine Hasan Ali Yücel de katılmıştır. Türk Ocaklarında, dil ve tarih konularında araştırmalar yapılmakta, konferanslar düzenlenerek, piyesler hazırlanarak Türkçülük düşünceleri yayılmaya çalışılmaktadır. Hasan Ali Yücel de Türk Ocakları ile ilgili olarak, ocağın içinde dışarıya benzemeyen bir fikir havası yaratıldığından bahseder. Türk Ocağı’nda dil ve tarih konularında
konferanslara, araştırmalara katılır (Çıkar, 1998, 39).
Yücel, yükseksek öğrenimi sırasında felsefenin yanı sıra edebiyat, sanat ve musiki konularına dikkat ve ilgisini yoğunlaştırmıştır. Daha öğrencilik yıllarında basın dünyasını tanıma fırsatını yakalamış ve o yılların önde gelen bilim, düşünce ve sanat adamlarının söyleşilerine katılmıştır. Kültürce zengin, çok yönlü ve renkli bir kişilik
geliştirmesinde bu ortam etkili olmuştur (Oğuzkan, 1993, 5).
Okul yıllarında hiçbir zaman kendini yalnızca edebiyata vermediği görülmektedir. O zamanlar onuncu sınıftan ayrılan fen ve edebiyat şubelerinden, edebiyat merakına ve hocaları tarafından da edebiyat yeteneği kabul edilen bir gerçek olmasına rağmen, Yücel Fen Şubesini seçer. Çünkü Yücel, daha o yaşta bir gerçeği kavramıştır: Müspet ilim kültürü olmaksızın hakiki sanat adamı olmanın da imkanı yoktur (Çağlar, 1937, 6).
Hasan Ali Yücel memleketine, hayalini daha küçük yaşlardan itibaren kurduğu bir meslekte, öğretmenlikte hizmet etmek istiyordu. Fakat o günün okul kadrolarında hemen görev almak imkansızdı. Darülfünun hayatından Yücel’i tanıyan ve kabiliyetlerini takdir eden hocaları, geçici bir süre için onu Edebiyat Fakültesi’nde öğrenci hayatının disiplinini düzenlemekle görevlendirdiler. Yücel bir yıl kadar bu “inzibat memurluğu” ile meşgul olmuştur. Yücel, bu sırada Talimgah karargahından arkadaşı olan Necati Tansel’in, üniversitedeki meşhur Pierre Loti toplantısında tanıştığı kız kardeşi Refika Hanım ile evlenir (Unat, 1961, 293).
19 Aralık 1922’de İzmir Erkek Muallim Mektebi’ne Türkçe ve Edebiyat öğretmeni olarak atanır. Đzmir’e eşi Refika Hanım ile birlikte giderler. Yanıp yıkılmış bir şehirle karşılaşırlar. Üç yıl süren Yunan işgalinden kurtulmuş olan İzmir’de yaşam koşulları çok kötüdür (Uluköse, 2008, 35). Burada çevreyle yakın dostluklar kurar. Yücel, İzmir’de kesintiye uğramış olan milli eğitime yeni bir ruh ve canlılık vermek için uğraşır. Türk Sesi gazetesinin kuruluşunda önemli rol oynar (Arıkan, 1997, 197).
1926 yılında Mantık kitabı yayınlanır. Öğretmenlik yaptığı yıllarda “Felsefe Elifbası-Ruhiyat Alfabesi”, “Suri ve Tatbiki Mantık ve Metadoloji” kitapları ve Hıfzı Tevfik, Hamamizade Đhsan ile birlikte hazırladıkları “Türk Edebiyatı Numuneleri” kitaplarını yayınlar (Uluköse, 2008, 36). Hasan Ali Yücel, yazmış olmak için yazan değil, yazmasının gerekli olduğunu hissettikçe, yazmak için kafasını ve kalbini tam anlamıyla hazır ve dolu buldukça yazan bir yazıcımızdır. Akşam gazetesinde ve birçok mecmuada yazdıklarını bir araya toplayarak meydana getirdiği ve Pazartesi Konuşmaları adını verdiği kitabın girişinde bu durumu ifade etmektedir (Çağlar, 1937, 7).
Ağustos 1926’da, doğumundan kısa bir süre sonra ölen ilk çocuklarından sonra, ikizleri Can ve Canan dünyaya gelir. Yücel’in ailesine ve eşine bağlılığı, özellikle şiirlerine ve ailesinden uzakta kaldığı dönemlerde yazdığı mektuplarına yansır. 1936’da da üçüncü çocukları Gülümser dünyaya gelir (Çıkar, 1998, 50).
1926 yılında Mantık kitabı yayınlanır. Öğretmenlik yaptığı yıllarda “Felsefe Elifbası-Ruhiyat Alfabesi”, “Suri ve Tatbiki Mantık ve Metadoloji” kitapları ve Hıfzı Tevfik, Hamamizade Đhsan ile birlikte hazırladıkları “Türk Edebiyatı Numuneleri” kitaplarını yayınlar (Uluköse, 2008, 36). Hasan Ali Yücel, yazmış olmak için yazan değil, yazmasının gerekli olduğunu hissettikçe, yazmak için kafasını ve kalbini tam anlamıyla hazır ve dolu buldukça yazan bir yazıcımızdır. Akşam gazetesinde ve birçok mecmuada yazdıklarını bir araya toplayarak meydana getirdiği ve Pazartesi Konuşmaları adını verdiği kitabın girişinde bu durumu ifade etmektedir (Çağlar, 1937, 7).
Ağustos 1926’da, doğumundan kısa bir süre sonra ölen ilk çocuklarından sonra, ikizleri Can ve Canan dünyaya gelir. Yücel’in ailesine ve eşine bağlılığı, özellikle şiirlerine ve ailesinden uzakta kaldığı dönemlerde yazdığı mektuplarına yansır. 1936’da da üçüncü çocukları Gülümser dünyaya gelir (Çıkar, 1998, 50).
Her ikisi de o zaman İstanbul Maarif Eminliği yapan ve tecrübeli iki idare adamı olan Salih Zeki Buluğ ile Behçet Güçer’in yanında ilk idare stajlarını yaparlar. Eminlikler kaldırılınca müfettiş Yücel, doğrudan doğruya Milli Eğitim Bakanlığı Teftiş Kurulu içerisinde yer alır (Unat, 1961, 294).
Klasik müzik konusundaki bilgilerini, müzik yeteneği ile birleştiren Yücel, zaman zaman yakın çevresine şarkı söyleyerek özellikle çocuklarını bu bakımdan etkilemiştir.
Kızı Canan daha sonraki yıllarda şan eğitimi alır, şiire büyük ilgi duyan Can da ailedeki sanat geleneğini ülkenin önde gelen şairlerinden biri olarak sürdürmüştür (Çıkar, 1998, 54).
Kızı Canan daha sonraki yıllarda şan eğitimi alır, şiire büyük ilgi duyan Can da ailedeki sanat geleneğini ülkenin önde gelen şairlerinden biri olarak sürdürmüştür (Çıkar, 1998, 54).
Mustafa Kemal Atatürk ülkeyi denetleme gezisinde, müfettiş grubu içinde Hasan Ali YÜCEL de vardır. Mustafa Kemal bu gezide beraberinde götüreceği müşavirler arasına katılmak üzere Milli Eğitim Bakanlığı’ndan da birini ister. 11 Kasım 1930 - 3 Mart 1931 tarihleri arasında üç buçuk ay süren seyahatte Cumhurbaşkanlığı’na refakat edecek ve onu temas edeceği her eğitim konusunda tatmin edecek şekilde cevaplandıracak birini bulmak bakanlığı bir hayli düşündürür. Nihayet bu işle genç bir müfettiş olan Hasan Ali Yücel görevlendirilir (Unat, 1961, 294).
23 Kasım 2013 Cumartesi
08:49
Yorum Yapılmamış
Saçlı deri kısımlarında, diz ve dirseklerde sık görülmekle birlikte, tırnaklarda, el ve ayaklarda da ortaya çıkabilen kırmızı zemin üzerinde pullanmalar şeklinde kendisini belli eden bir deri hastalığıdır. Bulaşıcı değildir. Pullar kazındığı zaman, kumaş üzerine düşen mum lekeleri gibi şekil verirler. Daha fazla kazındığı takdirde noktalar halinde kanamalar görülür.
Sebebi henüz bilinmemekle birlikte beyaz kan hücrelerinde bir anormallik sonucu oluştuğu düşünülmektedir. Sedef hastalığı %60 oranında kalıtsaldır. Araştırmalar, deri üst tabakasında, hastalıklı bölgeye rastlayan yerlerde, hücrelerin normalden 5 ila 7 kat hızlı üremekte olduğunu ve pullanmalar şeklinde döküldüğünü göstermektedir. Kronik bir seyir izleyen sedef hastalığını ortadan kaldırıcı, tesirli bir tedavi usulü bulunmamıştır. Ancak, mevcut ilaçlarla kepeklenmeler yavaşlatılabilmekte, kanamaların önüne geçilebilmektedir. Ayrıca Lokal ışık tedavisi de uygulanmaktadır. Amaç hastalıklı deri bölgelerinde olumsuz yan etkileri yok etmektir. Sağlık açısından belli aralıklarla hekime başvurmak hastalığın kontrol altına alınması açısından önemlidir.
08:35
Yorum Yapılmamış
Saç Mantarı, Kafa Mantarı
Ne Yapmalı ;
- Hastalık bulaşıcı olduğundan, hasta kişi iyileşme görülünceye kadar aile üyelerinden tecrit edilmelidir.
- Tedavinin şekli, doktor tarafından, kafa derisi Wood ışığı altında incelendikten sonra tespit edilir.
- Tespit edilen ilaç tedavisi en az bir ay müddetle tatbik edilir.
- Sağlık açısından belli aralıklarla doktor tarafından kontrol edilmesi sağlanır.
08:27
Yorum Yapılmamış
Genellikle sporcularda, toplu halde yaşayan yatılı okul ve kışla gibi yerlerde, ayak temizliğine dikkat etmeyen kimselerde sık görülür. Parmak aralarına yerleşerek kaşıntılara sebep olur. Kaşınan yerlerde deri kızarır ve bazen de kanar. ağrılı iltihaplar oluşabilir.
Ne Yapmalı ;
- Özellikle ayak temizliğine dikkat edilmeli; her ayak yıkayışta parmak araları iyice kurulanmalıdır.
- Her gün temiz çorap giymeli; asla naylon çorap kullanılmamalı.
- Doktora muayene olup mantarın cinsine göre vereceği antimikotik ilaçlar kullanılmalıdır.
- Hastalık belirtileri geçse bile, en az bir ay tedaviye devam etmeli, hastalığın tekrarlanmaması için sağlık açısından temizliğe son derece önem verilmelidir.
Tırnak Mantarı
Tedavi edilmeyen ayak mantarlarının gelişerek tırnakları da etkisi aldığı gözlenmiştir. El tırnaklarına nadiren geçer. Tırnaklar kalınlaşarak parlaklığını kaybeder. İlerleyen vakalarda tırnaklar yerlerinden ayrılarak çıkabilir.
Tırnak mantarında çok daha dikkatli bir tedavi gereklidir. Doktor uygun gördüğü takdirde, deforme olmuş tırnakları sökerek tedaviyi kolaylaştırabilir. Altı ile on iki ay arasında değişen bir tedavi takvimi uygulanır.
07:33
Yorum Yapılmamış
Mide Ülseri günümüzde sık rastlanan hastalıktır. Onikiparmak bağırsağında (duodenum) görülen ülser, mide ülserinden daha fazladır. İkisinin de sebebi tam bilinmemekle beraber; yaşadığı ortama uyum sağlayamayan hassas kimselerde, aşırı stres, alkol tüketenlerde, ağrı kesici ilaçları fazla kullananlarda ülsere sık rastlandığı bir gerçektir.
Belirtileri ;
- Ağrı hemen yemeklerden sonra görülür ve hasta aç olduğu zaman kendisini daha iyi hissederse mide ülserinden şüphe edilmelidir.
- Eğer ağrı yemeklerden belirli bir zaman sonra ve aç iken de hissedilirse ; bu durumda onikiparmak bağırsağı ülseri mevzu bahistir. Aç karnına ağrı geldiği zaman bir şeyler yeyince geçer. Sabah aç kanına iken ağrı duyulmaz.
- İlaç tedavisinin yanı sıra diyet uygulanır.
- Alkol ve sigara kesinlikle terkedilmeli; sinir gerginliği yapan hadiselerden uzak durmalıdır.
- Sağlık açısından doktor kontrolü çok çok önemlidir.
- Mide ülseri tedavi edilebilen bir hastalıktır.
Mide Ülseri Teşhisi Konulan Hastaların Uzak Durması Gereken Gıdalar ;
Alkollü içecekler, hazır meyve suları, çay, kahve, kakao, boza, limonata, kola, gazoz, yağda kızartılmış yumurta, kuru baklagiller, hazır çorbalar, et suyuyla yapılan çorbalar, kızartmalar, baharatlar, ketçap, salça, turşu, hardal, soğan, sarımsak, salamura gıdalar, sosis, sucuk, salam, çikolata, kurutulmuş meyveler, margarin, çiğ sebzeler, kabuklu soyulmamış taze ve ham meyveler.
Tabii doktorun vereceği ilaç ve diyetler çok önemlidir.
07:21
Yorum Yapılmamış
Tedavi edilmeyen saman nezlesinden ve akciğer iltihabından sonra sık görülen bir hastalıktır. İnce bronşların daralması şeklinde etki yaptığından hasta soluk verirken zorluk çeker.
Astım bronşit, bazı psikolojik rahatsızlıklarla birlikte ortaya çıkabilmekte ve gerçek sebebi bulunamadığı takdirde tedavisi oldukça zorlaşmaktadır. Günümüzde şehirleşme ve hava kirliğine bağlı olarak astım bronşit hastalığının sık görülmesinin nedenlerindendir.
Belirtileri ;
- Solunum güçlüğü daha çok geceleri nöbetler şeklinde kendisini gösterir.
- En sık görülen bulgu öksürüktür.
- Hasta oturduğu veya kurbağa gibi yattığı zaman daha kolay nefes verir.
- Bronşial Astımda nefes almada değil, nefes vermede güçlük vardır. Bu sebeple akciğerlerde şişme görülür.
Ne Yapmalı ;
- Nefes vermeyi kolaylaştırmak için solunum borularını genişletici ilaçlar verilirken; aynı zamanda hastalığa neden madde ve olay tespit edilmelidir. Astıma sebep olan etki ortadan kaldırıldığı zaman tedavi kolaylaşmakta ve krizlerin önüne geçilebilmektedir.
- Varsa İltihabi durumlar önlenmelidir.
- Hasta sık sık solunum hareketleri yapmalı, bronşların tabii yolla açılmasına yardımcı olmalıdır.
- Yine de astıma yol açan alerjik madde tespit edilmeli, bünyenin bu maddeye hassasiyeti giderilmelidir.
06:54
Yorum Yapılmamış
Baygın yatan bir hastanın solunumu durmuş ve kalbin çalışmadığını gösteren belirtiler de mevcut ise; telaşa kapılmadan ve fakat seri hareket ederek yapay solunum uygulayınız. Hemen ardından kalp masajı yapınız. Bir yapay solunumdan sonra beş masaj tatbik ediniz.
Nasıl Yapılacak ?
Göğüs kemiğinde masaj yapacağınız bölgeyi doğru olarak bulmak çok önemlidir. Yanlış yere gereğinden fazla basınç uyguladığınız takdirde kaburga kırıklarına sebebiyet verip durumu daha da ciddileştirebilirsiniz.- Bir elinizin ayasını (meme uçları hizasında) iki mem arasına koyunuz. Diğer elinizin ayasını da diğer elinizin üzerine (iki el ayası üst üste gelecek şekilde) koyunuz. Kollarınızı gergin ve dik tutunuz.
- Göğüz kafesi 3-5 cm. çökecek şekilde bir hamlede aşağı bastırınız ve aynı şekilde geri çekiniz.
- Kalp kendiliğinden çalışmaya başladığı anda kalp masajı işlemine son verilmelidir. Ancak kalbin çalışma durumu da doktor gelinceye kadar gözetim altında tutulmalıdır.
Dikkat : Basın kesinlikle dikey olarak uygulanmalı ve tek hamlede yapılmalıdır. Sarf edeceğiniz güç, göğüs kafesini 5 cm'den fazla esnetmemelidir. Beş defa aynı şekilde basın uygulayıp işlemi 3 saniyede tamamlayınız.
Göğüs kemiğini aşağıya doğru esnetmekle kalbin sıkıştırılmasını ve karıncıklarda bulunan kanın akçiğer damarına hücum etmesini sağlamış olacaksınız. Akciğerlere ulaşan kan buradan büyük atardamar yoluyla vücuda yayılacaktır. Basın kaldırılınca kalp tekrar kanla dolacak ve ikinci basınçla akciğerlere yeniden kan pompalanacaktır. Üç saniye içinde 5 defa basınç uyguladıktan sonra yeniden yapay solunum yapınız. Hasta kendisine gelinceye kadar bu işleme devam ediniz. Acil sağlık Müdahale Ekibi yada doktor yetiştiği zaman işi onlara bırakınız.
06:43
Yorum Yapılmamış
Bayılmış birini gördüğümüz zaman ilk yapacağımız şey, kanaması olup olmadığını kontrol etmek; varsa derhal kanamayı durdurmaya çalışmaktır. Bayılmanın bir çok nedeni vardır...
Baydın yatan kimsenin nefesini dinleyiniz. Nefes alması durmuş veya boğuluyormuş gibi horulduyorsa vakit geçirmeden suni (yapay solunum) uygulayınız...
Baydın yatan kimsenin nefesini dinleyiniz. Nefes alması durmuş veya boğuluyormuş gibi horulduyorsa vakit geçirmeden suni (yapay solunum) uygulayınız...
Yapay Solunuma Hazırlık
- Hastayı sırtüstü yatırınız.
- Kravatını, yakasını ve bel kayışını (kemeri) gevşetiniz.
- Başını geriye doğru bastırın.
- Bir elinizle alnını tutarken diğer elinizle alt çenesini aşağıya bastırarak ağzını açınız.
- Baş ve orta parmağınızla solunum yolunu tıkayan cismi arayınız. Eğer dili geriye dönerek nefes yolunu kapatmış ise öne doğru çekerek nefes almasını sağlayınız.
- Dilin tekrar boğaz gerisine kaçmasına engel olmak için hastanın başını yana çeviriniz. Eğer yara ve kırığı yoksa bütün vücudu ile yana çeviriniz.
Hastanın nefes yollarını tıkayan bir cisim olmaksızın solunumu durmuş ise suni solunum yapınız.
Suni (Yapay) Solunum Nasıl Yapılır ?
- Sır üstü yatan hastanın yanına diz çökünüz.
- Yakasını ve kravatını gevşetiniz.
- Bir elinizi alnına, diğer elinizi alt çenesine bastırarak ağzını açınız.
- Alt çenesini ayırmak için kullandığınız elinizle hastanın ensesini yakalayınız ve başını arkaya sarkıtınız.
- Alnına bastırdığınız elinizin baş ve işaret parmakları ile burnunu sıkarak deliklerini kapatınız.
- Başını arkada tutarken derin nefes alınız ve ağzınızı kazazedenin ağzına yapıştırınız.
- Ciğerlerini havayla dolduracak şekilde olanca kuvvetinizle üfleyiniz. Üflediğiniz hava ile göğüz kafesi şişince ağzınızı çekiniz.
- Üflediğiniz havanın nefes yoluyla geri çıktığını ve göğüs kafesinde işliği gözleyiniz.
- Ağzınızı tekrar kazazedenin ağzına yapıştırınız ve güçlü bir şekilde üfleyiniz. ağzınızı ayırıp üflediğiniz havanın çıkmasını bekleyiniz.
- Doktor gelinceye kadar dakikada 15-20 defa aynı şekilde üfleme işlemini tekrarlayınız.
06:15
Yorum Yapılmamış
Sağlık açsından ; bir kaza sırasında, ciddi rahatsızlık ve şiddetli ağrılarda doktor yetişinceye kadar, vücutta hastalık ve kazaların meydana getirdiği zararları en aza indirmek ve gecikme sonucu oluşması muhtemel tehlikeleri gidermek içim yapabileceğiniz ilk müdahaleler gerçekten çok önemlidir.
Şimdi İlk yardım sırasında kullanmak üzere ecza dolabımızda bulunması gereken ilaç ve malzemeyi sıralayalım...
- Amonyak (100 cc. lik bir şişede)
- Hind Yağı (mushil olarak, 200 cc. lik bir şişede)
- Kabonat veya karbonatlı su (antiseptik madde, 200 cc. lik şişede)
- Tentürdiyot ( dezenfektan olarak %2 lik eriği, 100 cc. lik bir şişede)
- El Feneri (göze, kulağa ve nefes yoluna kaçmış isimleri görebilmek için)
- Çeşitli yara ve yanık merhemleri
- Damlalık,
- Vucut ateşini ölçmek için derece,
- Aspirin 1 Kutu
- Diş ağrısını dindirici ilaç
- Ateş düşürücü şurup veya fitiller
- Makas (gaz bezi ve sargı bezini kesmek için)
- Bir kutu çengelli iğne
- Değişik ebatlarda hazır gaz ve sargı bezleri
- Değişik ebatlarda flasterler (yara bantları)
- Güneş Kremi (Mümkünse)
- Oksijenli Su
- Cımbız
- Küçük bir ayna
- Pamuk
- Elastik Bandaj
Şişeler içinde sakladığımız sıvı ilaçları ve dezenfektan maddeleri mutlaka şişe üzerine şişe üzerine yapıştırdığınız etiketlerle belli ediniz.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)